Tuesday, June 4, 2013

Gezi Parkı: Burası Buluştuğumuz Yer


 “There's something happening here
What it is ain't exactly clear”


Şarkının yol gösterdiği gibi: Burada bir şeyler oluyor, burada büyük ve önemli bir şeyler oluyor.

Bundan yaklaşık bir hafta kadar önce, kent hakkı üzerinden barışçıl bir mücadele yürüten yüz kadar gence sabah saatlerinde polis inanılmaz bir öfkeyle saldırdı. Parktaki çadırları yaktı, oturan eylemcilere tazyikli su sıktı, Taksim’den başlayıp gösterilerin yoğunlaştığı bütün civar semtlerde yoğun gaz bombası kullandı. O dakikadan itibaren de polis şiddeti hiç durmadan, artarak ve yayılarak sürdü. Eylemlerin sekizinci gününde şiddetin Taksim’de azaldığı söylenebilirse de hem tehdidi, hem de başka yerlerdeki protestolar karşısında yoğunluğu devam ediyor.

O dakikadan itibaren süren başka birşey daha oldu: İsyan! Hem de daha önce hiç olmamış, kimsenin pek de beklemediği şekilde. İktidarın yıkıcı bir hızla uyguladığı neoliberal politikaların ve en ufak itiraza tahammülsüz otoriter uygulamalarının her birine kendi yaralandığı yerden itiraz eden milyonlarca insan Gezi Parkı’nın etrafında yükselen ama orasıyla sınırlı kalmayacak şekilde sesini yükseltti. Ülkenin neredeyse her iline yayılan protestoların şimdiden iki somut kazanımı var: Bundan bir hafta önce kolluk kuvetlerinin kimse giremesin diye tüm anayolları, ulaşımı hatta Boğaz Köprüsü’nü kapattığı ve savaş alanına döndürdüğü meydan son iki gün ve gecedir kendi kendine oluşmuş bir festival ortamına dönüşmüş vaziyette bir dakika boş kalmıyor. Otosansür uygulamayı kendine vazife bilen ana-akım medya ise, hâlâ süren manipülasyon çabası ile birlikte olsa da eylemleri artık daha fazla gizleyemiyor. Öyle görünüyor ki, toplumsal mücadele pratiğine dair kazanımlar ise çok daha büyük olacak, oluyor. Apolitikliğine ve kutuplaşmışlığına neredeyse ikna olduğumuz bir toplum, hiç kabul görmez sandığımız sloganlar etrafında vazgeçmeyen bir muhalafet sürdürüyor. Bunu yaparken de hem eylemliliğin nasıl birşey olduğunu deneyimliyor, hem de toplumsal muhalafetin hangi koşullarda sürdürüldüğünü artık ilk elden biliyor. Hiçbirşey olmasa şimdi en azından bir adım daha yakınız birbirimize. Tüm bunlara dair “Ne olacak?” sorusu elbette önemli, ancak halihazırda olan şeyin büyüklüğünü ve heyecan vericiliğini de teslim etmek, elde tutmak gerekiyor.

Polis şiddettinin daha ilk günden küçük gruplara dahi bu kadar yoğun ve tahammülsüz başlamasının gösterdiği şey iktidarın somut emriydi: “Kalabalıklaşmasınlar!”. Oysa ters tepti, kalabalıkları oraya toplayan şey tam da bu baskı ve yoğun şiddet ortamı oldu, insanlar polis şiddeti nereye yöneliyor, gaz bombası nereye atılıyorsa bilerek ve inatla oraya yöneldiler. Şimdi elimizde bu kalabalık ve bu inat var. Yıllardır kitleselleşememekten yakınılan bir ülkede, sol siyasetin bu kalabalığı küçümseme hakkı da, bu inadı siyasi mobilizasyona dönüştürmeye kafa yormama lüksü de yok. İşte bu sebepten, eğer bir kitlesellikten bahsediyor ve etrafımızdaki çemberi aşmayı talep ediyorsak o kadar da yakın duramadığımız söylemlerin, grupların, eylemlerin de burada olması kaçınılmaz. Alanın ırkçı, cinsiyetçi, militer sloganları canımızı sıksa da, tecrübeyle sabit ki bunları ayıklamanın yolu “sen git” demek değil, dönüştürmek.

Dönüştürürken ise yapacağımız şey o kadar da zor değil, zaten olduğumuz bir şeye sahip çıkmak; militanlaşmaktan çekinmemek. Evet; kalabalıklar, o kalabalığın farklılıkları ve kendiliğindenliği görülmeli ve kutlanmalı. Lakin en başta bu kadar insanın dikkatini hem Gezi Parkı’na hem de toplumsal muhalafetin yükseldiği tüm diğer alanlara çekebilen, bu insanların Taksim’e ya da başka yerlerdeki protestolara gelip polis saldırılarına karşın buralarda kalabilmesini sağlayabilenin o “marjinaller”, yani aslında mücadele olduğunu unutmamak gerek. Bu yüzden; temsiliyete, eylemliliğe, örgütlülüğe ve siyasete uzak duran söylemler üretmek değil; tam da ortaklaştığımız yeri fırsat bilerek kalabalığı bunlara davet eden pratikler ortaya koymamız, bunun için de orada olmaya devam etmemiz gerekiyor.

Umut etmenin doğasında hayal kırıklığı var, hayal kırıklığının doğasında öfke. Tüm bunların sonunda umut ettiklerimizin bir kısmı gerçekleşmezse, öfkelenebiliriz. Olsun... Öfke iyidir, lazımdır. Rüzgâr tersine dönse dahi o öfkeyi bugünleri önemsezleştirip yok sayacak bir yere savurmak değil, toplumsal dönüşüme dair umudumuzu tekrar büyütecek şekilde örgütlememiz gerekecek.

Tıpkı meydanın söylediği gibi: “Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!”

  

No comments:

Post a Comment